Kaleminden irin damlayan “yaratık”: Engin Ardıç
B. Aziz
Geçtiğimiz günlerde Engin Ardıç tarafından yazılan “Bacı” adlı yazı devrimci-demokrat çevreler tarafından çok haklı olarak büyük bir tepkiyle karşılandı. Bu yazıyı yazma ihtiyacımız, Engin Ardıç gibi seviyesiz birine cevap yetiştirme kaygısıyla oluşmadı. Onun gibi düşkün birini ciddiye alacak değiliz. Fakat bu düşkün yazar bozuntusu bir zihniyeti yansıttığı ölçüde kaleminden dökülen irini dikkate almak durumundayız.
Bu mide bulandıran yazının neden bu dönem yazıldığı, üzerinde önemle durulması gereken bir soru. Eğer bu yazıyı salt bir yaratığın hastalıklı beyninin ürünü olarak algılarsak büyük bir yanılgıya düşeriz. Şüphesiz ki Engin Ardıç gibiler insanlığın yüz karası olarak lanetlenmeli ve mahkum edilmelidir. Fakat bunun yanısıra, o satırları yazanın patolojik kişiliğinin, bir sınıfın kolektif aklının yansıması olduğu, yazının saldırganlığının arka planında burjuvazinin sınıfsal korkularının yattığı görülmelidir.
Aslında burjuvazinin tüm ideolojik aygıtlarının dili erkek egemen ve cinsiyetçi bir dildir. Gazeteler, ana haber bültenleri, ilköğretim ders kitapları, diziler vs. her gün bizlere aynı nefret kusan diliyle seslenir. Şüphesiz ki düzen güçlerinin ortak bir dili konuşuyor olması tesadüfi değildir. Hepsinin ortak noktası, kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesinin aracı kurumları olmalarıdır. Bu bağlamda değişen yahut yeni olan bir şey yoktur. Fakat kullanılan dilin iyiden iyiye çirkinleşmesi de tesadüfi değildir.
Son dönem Avrupa, Kuzey Afrika ve Arap ülkelerinde yaşanan devrimci kalkışmalar, kapitalizmin tarihinin gördüğü en büyük krizin sonuçlarıdır. Kapitalizmin yapısal krizinin ve bunun sonucu olarak tüm dünyada keskinleşen sınıfsal antagonizmanın, uluslararası finans kapitalin ve onun ideolojik-politik sözcülerinin korkularını büyüttüğü açık.Türkiye bağlamında da son dönem yükselen militan öğrenci eylemleri, hemen hemen her bölgede yaşanan işçi direnişleri, Engin Ardıç gibi tetikçilerin zaten bozuk olan ağızlarının ayarını bozuyor. Hele ki bu militan eylemlerin-direnişlerin en ön saflarında, patriyarkal-kapitalist sistemin emeğini, bedenini, kimliğini vahşice sömürdüğü kadınlar yer alıyorsa, yani hem devrimci hem kadınsa, yani hem burjuva ahlakına hem de onun türediği üretim ilişkilerine başkaldırıyorsa, Engin Ardıç gibi burjuvazinin önsezisi yüksek tetikçileri, kalemlerini silah diye doğrultuyor kadın yoldaşlarımıza, utanmazca…
Artık ne ahlaksızlığımız kalıyor, ne tutuculuğumuz, ne sevgisiz büyütülmüşlüğümüz, ne de çirkinliğimiz. Açıyor ağzını yumuyor gözünü. Sokak ortasında taciz edenlerin suratında gördüğümüz o korkunç sırıtışıyla işte karşımızda. Ağzından akan salyaları ile tecavüz etmeye kalkıyor kimliğimize, mücadelemize, onurumuza. Bundandır yapış yapışlığı cümlelerinin. Kana bulanmış elleri ile yapışmak istiyor gırtlağımıza. Faşizme karşı mücadelenin onurlu bayrağını taşıyan devrimcileri faşizme hizmet etmekle suçlayacak kadar utanmaz. Çünkü örgütlüyüz, devrimciyiz. Sosyalistiz çünkü, evet, onun taşıyıcısı olduğu bu aşağılık sistemi, yani onu ve onun gibi pislikleri tarihe gömecek öncünün neferleriyiz.
Öfkeliyiz. Üç kuruş para için ustabaşının tacizine maruz kalan işçi kadın için, mal gibi satılan İnzüle için, töre cinayetlerinde kurban giden gencecik kızlarımız için, köyleri boşaltılan Kürt kadınları için... Toplumsal cinsiyet bağlamında, kadınıyla erkeğiyle işçi ve emekçilere biçilen yabancılaşmış insan faaliyetine, meta üretim ilişkilerinin fetişist karakterine, öfkeliyiz, insanı insanlıktan çıkartan tüm sömürü ve tahakküm biçimlerine…Yani öfkeliyiz, onun bizlere öfkelendiği gibi. Rosa’nın yolundayız çünkü, çünkü biliyoruz; ya “insanların” dünyası ya da “yaratıkların”…
Örgütlü kadın devrimcilerin hedef seçilmesi, yukarıda açıkladığımız nedenlerle bağlantılı olarak anlaşılır bir durum. Engin Ardıç denen yaratığın içinde bulunduğu ideolojik-sınıfsal konum gereği son derece “ahlaklı” olduğunu söylemek mümkün. Ya da tersinden, örgütlü kadınların davranış biçimlerini, hayata karşı konumlanışlarını, mücadele azimlerini itibarsızlaştırmak için burjuvazinin satılık kalemlerinin başvurduğu sığlıklar, burjuva ahlakının korkunç yüzünü fazla söze gerek bırakmadan ortaya koyuyor.
İlginç değil midir ki, bu kalemler, bu sistemin yarattığı korkunç yoksulluğu, işsizliği, kölece çalışma koşullarını, ezilenlerin taleplerini bir gün olsun gündemlerine almazken, tüm bu sömürü ve tahakküm ilişkilerinin ortadan kalkmasının ön koşulu olarak sosyalizm için mücadele eden devrimcilere bitip tükenmeyen bir kinle saldırmaktalar. Devrimcileri tek tip insanlar olarak karikatürize edip bizleri kendi kirli dünyaları üzerinden eleştirmeye çalışanlar, dünyada yaşanan tüm acılara, savaşlara, sömürüye neden bu derece ilgisizler dersiniz? Aynı sebepten olmasın?
Numune işçileriyle konuştuk...
“Direniş birlik, özgüven ve
dayanışma sağladı!”
- 8 Mart’ı geride bıraktık. Bu düzende yaşayan erkek bir işçi olarak kadın işçilerin sorunu hakkında ne düşünüyorsun?
Cem Ateş: Kadınlar için değişen bir şey olmuyor. Hala kadınlar öldürülüyor. Hala ikinci insan olmaya devam ediyor. Bazen hayvandan bile az değer görüyor. O zihniyette insanlar var. Açıkçası kadınlar doğarlarken tüm hakları ellerinden alınıyor. Kadınlar bölgesel ayrımlara da maruz kalıyor.
- Direnişiniz 70’li günleri geride bıraktı...
Cem: Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik ama yine de kazanana kadar bırakmayacağız.
- Ailen bu sürece nasıl bakıyor? Direnişe verilen destek hakkında ne düşünüyorsun?
Ailemin desteği var. Bazen çevreden “Çocuğun ne işi var orada” diyenler olabiliyor. Bundan etkileniyor ama anlatınca annem ikna oluyor. Direniş çadırına gelen destek ise çok güzel. Dayanışmanın en güzel yerindeyiz.
- Çalışırken ne gibi sorunlarla karşılaşıyordun?
Ben güvenlikte çalışıyordum. Baskı görüyorduk. Vatandaşları yönlendirirken ya da hasta yakınları tepkilerini hep bize gösteriyorlardı. İnsanca çalışma koşullarına sahip değildik. Bıçaklama, kurşunlama vb. riskiyle çalışıyorduk böyle bir şey başımıza gelse yukarıdakilerin hiçbiri arayıp sormaz.
- Siz de eşinizle birlikte bu direniştesiniz. Direniş süreciyle ilgili siz neler söylemek istersiniz?
Bahri: Burada hepimiz aynı şeyi istiyoruz. İşimize geri döneceğimizi umut ediyoruz. Ne kadar umudumuzu kırmaya çalışsalar da umudumu yitirmiyorum. Eşimle birlikte direniyor ikimizde birbirimizi destekliyoruz.
- Direnişin bundan sonraki süreci ile ilgili neler söyleyeceksin?
Cem: Eğer valilikten beklediğimiz yanıt gelmezse eylemlerin dozunu arttıracağız.
- Direniş sürecinin size katkıları neler oldu?
Cem: Birlik beraberlik, özgüven ve dayanışma sağladı. Görüş ayrılığı olan insanlar olarak biraraya gelip aslında pek de ayrışmadığımızı gördük. Burada önyargılar da kırılıyor.
Bahri: Pek değişiklik olmadı. Tek değişiklik insanın görüş açısı daha da değişiyor, gelişiyor.
- Buradan diğer işçilere neler söylemek istersin?
Cem: Hiç çekinmeden, korkmadan, baskı altında kalmadan haklarını arasınlar. Hiçbir zaman kendilerini köle olarak görmesinler.
Bahri: Haksızlığa uğrayan herkes hakkını aramalı.
Kızıl Bayrak /Adana
|